Varoluşçuluk veya egzistansiyalizm (İng. Existentialism, Fr. Existentialisme) 19. yüzyılın son yirmi beş yılında ve 20. yüzyılın başlarında, felsefecilerin derin öğretisel farklılıklarına karşın düşüncenin yalnızca düşünen bir özneden ziyade, eyleyen, duyumsayan ve yaşayan bir insan olarak “insan” öznesiyle başladığı ortak inancını paylaşan kimi filozofların çalışmalarını anlatan bir terimdir.

Egzistansiyalizme göre bireyin orijini “varoluşsal tutum” olarak isimlendirilen tutum ile, yani şöyle ki görünürde anlamı olmayan yahut tuhaf bir dünyaya karşı bir kopuş ve kaos duygusu ile sıfatlandırılır. Birçok varoluşçu, geleneksel yahut akademik olarak felsefeyi biçimsel açıdan gerçek bir insan deneyiminden oldukça uzak ve somut olmayan bir şekilde görmüşlerdir.

Psikolojik ve kültürel ilerleme ve devinimlerin ancak bireysel deneyimlerle birlikte gerçekleşebileceğini savunan bu felsefi düşünce, erdemlilik ve bilimsel düşüncenin birlikteliğinin insanın salt varlığını anlamlandırması için yeterli olmadığını, bu sebeple de mevcut birlikteliğin gerçek değer yargıları içerisinde yönetilmekte olan ileri düzeyde bir kategoriden ibaret olduğu düşünülmüştür. İnsan varlığını anlamlandırma çabası, kesin olarak bahsedilen bu gerçeklik ile mümkün olmaktadır.

Aslen varoluşçuluk akımı 19. yüzyılın ortalarında, bakın biçimde sistematik felsefeye karşı bir tepkinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kierkegaard, kendisi bunu hiç kullanmamış ve kendisine yakıştırmamış olsa da genellikle ilk varoluşçu felsefeci olarak bilinir. Kierkegaard yaşama bir anlam yükleme zorunluluğu ve sorumluluğunun da bir hayatı tutku ve ciddiyetle, aynı zamanda “otantik” yaşama sorumluluğunun toplumun baskısından veya dinlerin etkisinden kaynaklanmadığını yalnızca bireyin kendine yüklemiş olduğunu söylemektedir.

Kierkegaard bireysel bir bakışa sahip bir felsefecidir. Temel görüşü, tutku ve samimiyet ikilisi, gerçekçi çözümlemesine dayanmaktadır. Varoluşçuluk, II Dünya Savaşı dönemlerinde hız kazanmış bir felsefi akımdır. Varoluşçu felsefe din bilim, tiyatro, resim, sanat, edebiyat ve psikoloji alanlarını da derinden etkilemiştir.

Tanımsal Sorunlar

Varoluşçu felsefeye ait terimlerin açıklanması ve tanımlanması için genelleşmiş tanımlar yoktur. Yarattığı terimleri kabul gören ilk ve en önemli varoluşçu ise Jean-Paul Sartre’dır. Bu sebeple de bu felsefe, ancak bir terim olarak “varoluşçuluğun” meydana gelmesiyle beraber felsefeciler tarafından kabul görmeye başlamıştır.

Varoluş özden önce gelir ilkesi

“Varoluş özden önce gelir.” mottosu, varoluşçu felsefenin temelini oluşturur. Bu da bireysel anlayışın en önemli ve anlamlı bütünüdür. Bireyin varoluşu haricinde gelişen bireysel yapı “o” şeklinde açıklanmaktadır. Bu durumda ötekilik, farklılık ifade eden bu yapı; bağımlı olmayan edimler ve sorumluluğu kapsayan bir varoluş olarak tanımlanabilir.

Etiketler, personalar, kalıplaşmış davranışlar, tanımlamalar, personalar ve diğer ön yargılar kişi bazında toplumsal bir maske olarak görülmektedir. Bu yapının içindeki dış dünyaya ifade edilemeyen temel “öz”ü ifade etmektedir. Bu ilkenin ortaya çıkması her ne kadar Jean-Paul Sartre’a dayandırılsa da bu tarz görüşler Kierkegaard ve Heidegger gibi felsefecilerde de bulunmaktadır.